İnan ne diyeceğimi bilemiyorum, sırf yazmak için yazmak hakaret gibi geliyor çok sevdiğim kelimelere...
Elimin klavyeye gitmediği zamanlar, içimde dolup taşan kelimeler hasta ediyor beni fakat ne zaman bilgisayar başına gelsem garip bir şekilde yazmıyorum.
Kaçıyorum belki de üşeniyorum inan bilemiyorum. Gelen her yeni günü keyifle yaşardım çok kısa bir süre öncesine kadar. Yeni gün benim umudumdu... Ne oldu da değişti bilemiyorum.
Bir yaş daha büyüdüm bu süre içerisinde. Kendimi hiç mi hiç büyümüş hissedememem ise çok garip geliyor bana. Sahi insan ne zaman büyür?
30 yaşında nasıl görüneceğim acaba, ya 35 ve 40'ta? Merak ediyorum çünkü senelerdir hep aynıyım. Her sene bir olgunluk çökmesi gerekmiyor mu üstüme? Ben sadece yorgun hissediyorum. Yoksa yılların yorgunluklarını biriktirip birden mi yaşlanır insan? Bak bunu da bilemiyorum.
Aşkım askere gitti, on beş gün geçti dağıtım iznine geldi, sonra tekrar askere gitti... İçimde kocaman bir boşluk belirdi. Ne kadar önemliymiş meğer onu istediğim zaman görebilme özgürlüğü... İstediğimiz zaman bir tuşa basıp birbirimizin sesini duyabilmemiz... Sahilde el ele yürüyen aşıklara imrenir oldum. Artık Burak her aradığında evde bir bayram havası yaşar oldum.
Bayram geldi babama gittim, çocukluğumun, hayatımın ilk 17 senesini geçirdiğim o şehre... Annemi bıraktığım, babaannemi bıraktığım ve her bayram mezar ziyaretlerinde onlarla konuştuğum şehre... Bana sadece hüznü, dertleri, çocukluk ve ergenlik döneminde çektiğim acıları hatırlatan bu şehir, aynı zamanda hayatımın en kıymetlisi biricik babamın yaşadığı şehir. Şimdi sadece artık misafir gibiyim orada. Bursa demek sadece babam demek artık benim için. Fakat her geri dönüş yolculuğumda hala gözlerim doluyor. "Baba bırak her şeyi gel benimle!" demek istiyorum, diyorum da bazen... Ama zorunluluklarımız bir araya getiremiyor ki bizi! Bir şehri bırakmak her zaman çok zordur... Babamdan hayatını değiştirmesini isteyemem ki! Hem neye güvenerek isteyebilirim bunu? Ona sağlayabileceğim huzurlu ve güvenli bir yaşamı ben bile bulamadım ki! Senelerdir arıyorum, bıkmadan, usanmadan...
Sonuç, ben hala "İstanbullu" değilim, ne kadar zorlasam da olamam. "İstanbullu" olabilmek için bu şehrin seni yutmasına izin vermen gerek önce, daha sonra da kendisine benzetmesine... Benim duvarlarım o kadar büyük, kapılarımda o kadar çok kilit var ki... Bu şehirde yaşayan bir yabancıyım sadece...
25 yaşına geldim fakat kalbim hala 17 yaşında o ayrıldığım şehirdeki gibi, hiç değişmedi. Çok yakından bakarsan yüzümde yılların izlerini, kaybettiklerimin hüznünü görebilirsin ama niye bakasın ki?
Kendimi çok fazla önemsememeye çalışarak, umudumu ayakta tutarak, yarın için gücümü toplayarak ve hayallerimi cebimde tutarak: "Belki bir gün..." diye diye yaşıyorum işte...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder