Hep birşeyleri bekliyorsun hayatta... Bilinçli ya da bilinçsiz. Buna programlandın çünkü, küçüklüğünden beri bu öğretildi sana...
Çok iyi hatırlıyorum bir bayram günü, misafir gelmişti. Ben her zamanki gibi babamın kucağına yapıştım tabi.... Kaç yaşındayım hatırlamıyorum, ama çocukların bir çağı vardır ya hani, bir şeyi tutturdular mı delirtirler adamı. Ne istediğimi hatırlamıyorum, ama delicesine tutturmuşum. Evde misafir babamın kulağına fısıldıyorum. Babam ve benim aramda geçen diyalog genellikle şu kısır döngü içerisinde devam ediyor:
“Sonra kızım.”
“Ne kadar sonra babacığım?”
“Biraz sonra kızım!”
“Biraz sonra ne zaman babacığım?”
“Şimdi değil, daha sonra demek kızım!”
“Peki, ne zaman gelecek o biraz sonra baba?”
“Misafirler gidince gelecek kızım.”
...
Herhalde çocuğum bana aynı şeyi yapsa, avazım çıktığı kadar: “Yeter! Allah rızası için bir sus!” diye bağırırdım. Ama çocuğu olunca dayanıyor herhalde insan...
Zaten babamla sürtüşmemiz bir tek ergenlik çağımda oldu benim. O zamanlar da içimden herkese karşı nefret saçıyordum zaten. Abatmıyorum inanın! Onun dışında babam benim tek yoldaşımdı her zaman...
Annem bu dünyayı tek ettikten sonra, şimdi bile düşünüyorum da yaşasaydı herhalde zaman zaman kanlı bıçaklı olurduk. sert bir kadındı benim annem. Bakışlarıyla, karakteriyle tam akrep kadını! Sevdi mi delicesine seven, kıskanan... Beni babamla bile paylaşamayan, ya da babamı babamın akrabalarıyla... Ama yine de hepsini severdi, hepsine yol gösterdi o ayrı...
Elinde avucunda birşey tutamayan babama ilk evini aldırdı dürtükleyerek, “Haydi Ertan!” diyerek...
Apartmanın bahçesinde oynadığım zaman hep camda... Okula giderken camda, okuldan dönerken camda... Okulun müsameresinde sabahın köründe benimle okulda. Sahnenin perdelerini diken yine o!
Çoğu akrep kadını gibi, hırslarını, üzüntülerini, duygularını içerisinde gizleyip, belki de kendi kendini zehirleyip gitti aramızdan...
Hayat böyle... Çoğu zaman üzülmüyorum bile kaderime. Sadece düşünüyorum yaşasaydı neler olurdu diye. Onun gitmesi gerekti çünkü...
Bir gün hepimizin gideceği gibi...
.
Farkındayım, sanki taş kapladı içimi. Ya da kalbimi bir sarmaşık çevreliyor gibi. Sadece fiziksel tepkiler verebiliyorum birinin ölüm haberini alınca...
Ellerim titremeye başlıyor, bir müddet hiç birşey hissetmiyorum. Daha sonra belki biraz rahatlayınca birkaç damla göz yaşı...
Cenazeler bana komik geliyor artık. “Birinin toprağın altına gömülme merasimi!” Onun bedeni cansız biliyorum. Herkes ağlayarak tabuta yaklaşıp, veda ederken ben. Senin ruhun şimdi başka yerde, anneme selam söyle olur mu? Diyorum içimden... Sadece sessiz akan birkaç damla gözyaşı o kadar!
İçimden düşündüğüm şey ise: “Gökyüzünü, kuşları, böcekleri bile yaratan Allah’ım... Çok daha farklı bir düzen yaratabilirdin, buna gücün vardı... Anlamaya çalışıyorum, ama anlayamıyorum. Bana en çok da bu acı veriyor zaten.”
Okuduklarımdan, öğrendiklerimden, belki de inanmak istediklerimden dolayı bana göre herşey boyut boyut. Annem artık farklı bir boyutta. Belki farklı bir yaşamda, çok daha farklı bir bedende...
Ben böyle avuttum kendimi... Acı gelmedi mi? Elbette... Allah biliyor ya yıllarca uyuyamadım ben.
Küçüklüğümden beri... Sonra önce dua ederek rahatlamaya çalıştım, meditasyon denedim, pozitif düşünceye geçmeye çalıştım, şimdi de kuantuma takıldım.
En mantıklısı da o geldi...
Nereden geldim buralara değil mi? Konuyu şöyle bağlayacağım... Küçüklüğümüzden beri bekliyoruz işte birşeyleri, önce şeker ve çikolatayı, sonra okulun bitmesini, aşkı, mutluluğu, işi, evliliği, huzuru...
Hep bir koşul var sanki mutlu olmamız, tamamlanmış hissetmemiz için! Halbuki bu ne kadar da yersiz, bedenin bu boyuttan göçüp gidecekken, sürekli birşeyleri bekleyerek geçiriyorsun ömrünü...
Mesela ben şimdi aşkımla hep aynı evde yaşamayı bekliyorum, ya da maddi yönden güçlenip babama koskocaman bir araba alabilmeyi... Kendi yazılarımı insanlarla paylaşmayı bekliyorum, kıl tüy makinaları hakkında: “Mükemmel kıvrımıyla vücut tüylerinizden bir hamlede kurtulun!” diye atıp tutmaktan kurtulmayı...
Hepimiz birşeyler bekliyoruz işte...
Kiminiz hayatınızın aşkıyla karşılaşmayı, kiminiz parayı, kiminiz huzuru, şöyle rahat bir ohhh çekmeyi...
Ama ne zaman ki aramaktan kurtulacağız, yakınmaktan vazgeçip elimizdekilerin de aslında ne kadar kıymetli olduğunu anlayacağız, işte o zaman bulacağız belki de...
Dün uzun zamandan beri ilk defa özenle seçtiğim evimin perdelerindeki deseni görüp mutlu oldum, yaaa ne kadar da güzelmiş diye...
Demem o ki kurtulmak gerek şu bekleme halinden, karar verdim ben öyle ya da böyle bir adım atacağım...
Artık hayallerimin olmamasından korkmuyorum, ya da kaybetmekten... Sadece sevdiklerim ve sevdiğim şeyler önemli benim için gerisi hikaye...
Bir müddet sonra böyle yaşamayı öğrenmek lazım, diyorum ya şu bekleme halinden sıyrılmak lazım...
Bana ne derseniz deyin, ister perdelere, gökkuşağına bakıp mutlu olan bir ahmak, kafasını astrolojiyle bozmuş, boyutlara inanan bir deli...
Umrumda değil! Ben mutlu olmayı öğrenmeye çalışıyorum!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder